DANA ADASI NEDEN ÖNEMLİDİR?
Taşucu Körfezi’nin en büyük adası olan Dana Adası’nın (antik Pityoussa) en dikkat çeken özelliği, adanın kuzeybatı ve doğu yamaçlarında görülen taş ocaklarıdır. Bugün taş ocakçılığının izleri kıyı boyunca görülmektedir: düz ve kavisli kanallar, basamaklı kesikler ve taşları teknelere yüklemede kullanılan rampalar. Bu rampaların bir bölümü, daha sonra küçük tekneleri karaya çekmek için, oportünist olarak kullanılmış olabilir. Fakat Dana Adası’nda tam donanımlı bir tekne inşa ve tamiri faaliyeti olduğunu gösterecek arkeolojik veri bulunmamaktadır. Kıyıdan 45-360 metre içeride ise, dev taş ocağı kalıntıları yamaç boyunca uzanmaktadır. Mezarlarla iç içe geçmiş bu ocaklar, yalnız adaya değil, çevredeki yerleşimlere de yapı malzemesi sağlamış olmalıdır.
Dana Adası’nın kuzeybatı kıyısında taş ocağı kalıntıları
Dana Adası, Antik Çağın sonlarında Doğu Akdeniz’in en büyük kireçtaşı ocaklarındandır. Bu bölgede kireçtaşı ocakçılığı ve ticareti üzerine uzmanlaşmış bu kapasitede başka bir ada bilinmemektedir. M.S. 4. yüzyılda Konstantinopolis’in Roma İmparatorluğu’nun başkenti olmasıyla birlikte, Doğu Akdeniz deniz ticareti ve trafiği hiç görülmemiş düzeyde hareketlenmiştir. Dana Adası’nın kireçtaşı ocakları, tüm Kilikya bölgesine ve belki de çok daha geniş bir coğrafyaya inşaat malzemesi sağlamış olabilir.
Dana Adası, taş ocakçılığı ve taş ticaretinin lojistiği ile ilgili arkeolojik kalıntılarla doludur: Taş ocakları, taş çıkarma kanalları, taş çekme yolları, taşların gemilere yüklenmesinde kullanılan rampalar, vinçlerin yerleştirildiği delikler. Bu rampaların bir bölümü, daha sonra, bilinmeyen bir tarihte küçük tekneleri karaya çekmek amacıyla veya basit tamir alanları olarak kullanılmış olabilir.
Dana Adası kıyısında kilise
Dana Adası'nda taş ocağı ve mezarların iç içe olduğu bir alanın 3B modeli
270 hektar büyüklüğündeki Dana Adası’nın kuzeybatı bölgesi, taş ocakları merkezli geniş bir endüstriyel bölgeden ve bu endüstriyle ilişkili Hristiyan yerleşimden oluşmaktadır.
Adada yerleşim ise iki alanda yoğunlaşmıştır: kuzeybatı kıyısındaki Erken Roma-Geç Antik Çağ yerleşimi ve adanın güney tepesindeki kalenin çevresinde gelişmiş ikinci bir merkez. Kale, Klasik Çağdan hemen önce, belki askerî nedenlerle, geçici olarak düşünülmüş bir tahkimattan öteye geçmemiş olabilir. Ama kale, geç antikçağda elden geçirilmiş, içine dev sarnıçlar ve bir kilise kompleksi yapılmıştı.
Dana Adası'nda yer alan bir sarnıç
Dana Adası’nın alt yerleşimi, Erken Roma döneminde, yani en erken M.Ö. 1. yüzyılın ikinci yarısında oluşmaya başlamış olabilir. İstatistiksel ve coğrafi dağılımları kaydedilecek biçimde toplanarak analiz edilen yüzey buluntuları, özellikle de seramik, Erken Roma döneminde adadaki aktivitenin çok sınırlı olduğunu göstermektedir. Aynı veriler, geç antikçağda, M.S. 4. yüzyıldan itibaren yerleşimin genişlediğini ve yoğun olarak kullanıldığını göstermektedir. Toplanan seramiklerin istatistiksel analizine göre, adadaki seramiklerin yüzde 70’i geç antikçağa aittir.
Dana Adası kesme taş yapı kompleksi
M.S. 5. yüzyılda yazılmış Aziz Barnabas’ın İşleri’nde, azizin gemisi fırtınaya yakalanınca, Pityoussa’ya sığınır. Barnabas, kendisine misafirperverlik gösterenlere Hıristiyanlıkla ilgili konularda yol gösterir. Nitekim adada MS 5. ve 6. Yüzyıllarda tam 6 kilise vardı. Fırtınalardan kurtulmuş, belki de ölümden dönmüş yolcular, şükranlarını sunacakları ve bundan sonraki seyahatlerinin esenliği için dua edecekleri dinsel mekânlara ihtiyaç duyardı. Peki, Dana Adası’nın hac hareketinde bir yeri var mıydı? Kalenin içindeki kilise kompleksi, Boğsak’ta olduğu gibi, bir martyrium olabilir mi? 2016 çalışmamızda, kaleyi kıyı yerleşimine bağlayan taş döşeli ve basamaklı bir yol bulduk. Acaba bunu, Boğsak’taki gibi, tepedeki Hristiyan komplekse götüren anıtsal tören yolu olarak yorumlayabilir miyiz?
Kaleyi kıyıya bağlayan taş döşeli yol